Ticari markalar, patentler ve sınai tasarımlarla birlikte sınai hakların en önemli alanlarından birini oluşturmaktadır. Günümüzde markalar, kaynak belirtme işlevlerinin yanı sıra kendi başlarına da değer kazanmışlar, başlı başına yatırım ve ticaret konusu olmuşlardır. Bu nedenle markaların korunması marka sahipleri açısından önemlidir. Diğer yandan, ürünlerin kaynağını belirttikleri ve belirli kalite, garanti, statü, güvenilirlik vb. niteliklere işaret ettikleri için markaların korunması tüketiciler açısından da önemlidir. Toplumsal refah açısından yukarıda değinilen önemlerine binaen markalar, hemen hemen bütün ülkelerde çeşitli şekillerde korunmaktadır. Bu çerçevede marka sahiplerine, markalarının kendi rızaları dışında başka mal veya ambalajların üzerinde kullanılmasını engellemenin yanı sıra söz konusu markayı taşıyan malların ithalat veya ihracatını da engelleme hak ve yetkisi verilmektedir. Marka sahibinin hakları mutlak haklardandır. Ancak, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, çeşitli nedenlerle hak sahiplerinin haklarını kullanmalarına yönelik olarak çeşitli sınırlamalar getirilmektedir. Bu bağlamda fikri mülkiyet haklarının (FMH) kullanımına getirilen sınırlamalardan birisi de ‘hakkın tükenmesi ilkesi’ (exhaustion principle)’dir. Bu ilke en genel anlamıyla, “hak sahibinin, sahibi olduğu hakkı içeren bir ürünün, kendisi ya da izin verdiği herhangi bir kişi tarafından ticari olarak piyasaya sürülmesi sonrasında, bu ürünün özel ya da ticari amaçlı olarak dağıtımına hiçbir şekilde müdahale edemeyeceğini” belirtmektedir1 . Bu ilke çerçevesinde, hak sahibi markaya ilişkin haklarını değil, yalnızca piyasaya sunmuş olduğu malların ticaretine ilişkin tasarruf hakkını kaybetmektedir.